KATLEDİLEN DOĞA DEĞİL, GELECEĞİMİZ !

Doç. Dr. E. Hesna KANDIR

Dünya, üzerinde bulunan canlı ve cansız varlıklar ile bunların ilişkilerinden meydana gelen büyük bir ekosistemden oluşur. İnsanoğlu bu ekosistemin küçük ancak aynı zamanda etkin bir parçasıdır. İnsanoğlunu diğer varlıklardan ayıran akıl fazileti aynı zamanda onu ekosistem dengesine müdahale edebilen tek varlık haline de getirmiştir.

Çeşitli kaynaklara göre 4,5 milyar yıl yaşında olan dünyamızda bugüne kadar yaşanan doğal afetler neticesinde yaşamsal varlıkların 5 kez yok oluş yaşadığı, günümüzde ise 6. yok oluşun başladığı ileri sürülmektedir. Türlerin yok oluş hızını değerlendiren uzmanlara göre her yıl 50-100 bin türün neslinin tükendiği ifade edilirken, insanoğlu bu yokoluşun temel sebebi olarak büyük bir sorumluluk altına girmektedir.

Antropojen (insani) faaliyetlerin, 1860’lı yıllarda yaşanan sanayi devrimiyle birlikte artması, insanların durmak bilmeyen “daha fazla” istemleri, hızlı nüfus artışı ve sanayileşme, çarpık yerleşme ve kentleşme, yanlış arazi kullanımı, ormansızlaşma ve doğal çevrenin hızlı tahribatı doğal iklim değişiminde istikrarı bozmuştur. Bunun sonucunda antropojen faaliyetlere dayalı, geri dönüşümü zor hatta imkansız olan”küresel ısınma ve küresel iklim değişikliğinin” gerçekleştiği karmaşık bir sürece girilmiştir. Bu antropojen faaliyetler sonucu artan sera gazı emisyonları sıcaklık artışı ile birlikte yağış, nem, hava hareketleri vb ekstrem koşulları da beraberinde getirir. Bu da ekosistem ve canlılar için potansiyel tehlike oluşturan “küresel iklim değişikliği” olarak karşımıza çıkar.

Teknoloji ve sanayi alanlarında yaşanan gelişmeler, daha konforlu ve kolay yaşam imkanları sunup, insanoğlunun yaşam kalitesini artırırken diğer taraftan nükleer enerji çalışmaları, yediğimiz, içtiğimiz, soluduğumuz havaya karışan sanayi artıkları, kimyasallar, gelecekte ne ile karşılaşacağımızı şimdilik bilemediğimiz, genetiği değiştirilmiş organizmalara dair çalışmalar, küresel ısınmanın yol açtığı iklimsel değişiklikler, su kaynaklarının plansız kullanımı, genişleyen şehirler, orman katliamları vb bir çok sebep sadece bizlerin dışındaki doğal yaşamı tehdit etmekle kalmamakta yavaş yavaş insanoğlunun sonunu da hazırlamaktadır. Günden güne nesli tükenen canlı türlerinin artması ve insan ölümlerinde önemli oranlara ulaşan kanser vakaları bu olumsuz gidişatın açık ve net örnekleridir.

Mavi ve Yeşil değerini yitirirse… Ekosistemi oluşturan bütünde, birbirini halkalar halinde tamam- layan her bir varlığın, kendince bir varoluş gayesi vardır. Sistemin devamlılığında küçük ancak vazgeçilmez görevler üstlenirler. Sistem- den bir halkanın yokolması sonucunda ise sistemin dengesi bozul- makta, yeniden bir dengeye ulaşmak için ise uzun bir süreç gerekmek- tedir. Ekosistem bir noktaya kadar eksikliklerini telafi edebilmekte, ancak uzun vadede bu eksikliğin faturası ağır bir şekilde insanoğluna geri dönmektedir.

İnsanoğlunun hızla artan populasyonu ve bitmek bilmeyen hırsı, daima daha fazlasını isteyen egosu ve sahiplenme içgüdüsü ekosistem üzerinde en büyük hasarlara yol açmaktadır. Şöyleki insanoğlu kend- ine yeni yaşam alanları oluştururken üzerinde yaşadığı kara parçasını, tek sahibiymiş gibi sorumsuzca kullanmakta, diğer canlıların yaşam alanlarına saygı göstermemekte, habitatlarını tahrip etmekte ve kendi hegemonyasını kurmaktadır.

Bu hegemonya altında habitatlarını kaybeden birçok canlı türü yok olmuş ya da yok olma tehtidi altındadır.

Hayal edelim! Birkaç dakikalığına… Yeryüzünden insan dışında tüm varlıkların yok olduğunu düşünelim. Metal cenneti haline dönüşmüş, teknolojik bir dünya, tıpkı uzay filmlerindeki gibi… Uçan araçlar, uzay gemileri, insanlığını yitirmiş robot-insan karışımı bireyler, tükenmiş yaşam kaynakları ve hayatta kalma savaşının hüküm sürdüğü buz gibi bir dünya… Düşüncesi bile ürkütücü ama belki de bizlere o kadar da uzak bir hayal değil. Bugüne kadar gerçekleşen tüm teknolojik gelişmeler insanoğlunun önce hayal etmesi ve sonrasında hayalini gerçekleştirmesi ile başladı. Korkarım ki insanoğlu, kapıldığı bu metalik hayallerin peşinde mavi denizin ve yeşil ormanların önemini yavaş yavaş unutacak… Mavi ve yeşil değerini yitirdiğinde ise insanlık adına geride ne kalır bilinmez.

Kanatsız bir kızıl şahin ve kızıl şahinsiz bir kanat… Bilinçsiz bir avcı tarafından vurulmuş ve kanadı ampute edilmek zorunda kalmış bir canlı… Yaşamak onun da hakkı… Ama artık Şahin’ce yaşayamayacak…

Yaban Hayatının önemi…

Yaban hayatı, geniş anlamı ile insan kontrolü altında yaşamayan canlıları ifade eder. Ancak günümüzde insan hegomonyası altında kalan yaban hayatı büyük zararlar görmekte- dir.

Biyoçeşitliliğin azalması günümüzde kaçınılmaz bir son olarak karşımıza çıkmaktadır. Bugüne kadar yok eden insan, bugün yok ettiğini var etmeye çalışmakta ancak yeterince başarılı olamamaktadır.

Dünyanın bütün değerli madenlerini de verseniz nesli yok olmuş bir türü asla geri getire- mezsiniz. Doğa dostu şair ve yazar Akgün Akova’nın da dediği gibi “Bir çift kanat, bir altın madenin- den daha değerlidir.

Yokolan her bir canlı türü ona bağımlı yaşayan diğer bir canlı türünün geleceğini de tehdit etmekte, birbirine bağımlı zincirin halkaları gibi sistem tek tek kırılmaktadır. Dünya üzerinde sadece otçul varlıkların yaşadığını bir düşünelim. Kısa bir zaman içerisinde yeryüzünde yeşil bir alan kalmaz, dünya çoraklaşırdı. Ya da sadece etçil varlıklar yaşıyor olsalardı, o zaman ise dünya otlar ile kaplı yeşil bir cehenneme dönüşürdü. Eğer kuş türleri yeryüzünden silinseydi, dünya yaşanması güç bir böcek cenneti olurdu.

Ya da böcekler yeryüzünden silinseydi onlarla beslenen kuş türleri de yok olmaya mahkûm olurlardı.

İnsan eli ile doğaya yapılan her bir bilinçsiz müdahale, mevcut soruna karşı geçici bir çözüm üretirken, başka bir sorunu da beraberinde getirir. Şöyleki; bir bölgede yılan populasyonu azaltıldığında fare populasyonu artış gösterir… Kurt populasyonu azaltıldığında, yaban domuzu populasyonu artar…

Bazı kuş türleri azaltıldığında ise çekirge ya da kene populasy- onu artış gösterir.

Bilinçsiz bir avcı tarafından ayağından vurulmuş ve tek ayağı ile yaşam mücadelesi veren bir kızıl şahin (Lisinia Yaban Hayatı Koruma ve Rehabilitasyon Merkezinden) Yaşamak onun da hakkı…

Sürdürülebilir bir yaşam, sürdürülebilir bir çevre bilinci ile eşdeğer önemdedir.

Birçok doğa dostu insan avcılara düşmandır. Avcılığın bir çeşit hobi olduğunu kabullenmek istemezler. İnsanoğlunun doğasında varolan öldürme içgüdüsünün kabulü ile bilinçli yapıldıktan sonra avcılığın doğa zararına olmadığını söyleyebiliriz. Türkiye için av turizmi, hem ülke ekonomisine katkı, hem de vahşi doğal hayatın korunmasını sağlayacak önemli bir araç gibi görülmektedir. Çünkü Türkiye’de avcılık gelişi güzel ve zaman zaman vahşice yapılan bir etkinlik olmaktan kurtulamamıştır.

Aslında sanıldığı gibi yaban hayatını tehdit edenler sadece kaçak ve bilinçsiz avcılık yapan şahıslar değildir. Yaban hayatı aynı zamanda ürün rekoltesini artırmak isteyen ve kimyasal gübreler kullanan çiftçiler tarafından da tehdit edilmektedir. Oysaki geçmişte ecdatlarımız tarımda hayvan gübresi kullanarak bu işi sağlıklı bir şekilde gerçekleştirebiliyolardı.

Günümüzde ise tarlalarda kullanılan kimyasallar, ürünlerin üzerinde sofralarımıza taşındığı gibi, o tarlalarda zehiri tüketip ölen bir fareyi, o fareyi tüketip ölen bir yılanı, o yılanı tüketip ölen bir şahini, o şahini tüketip ölen bir tilkiyi, o tilkinin çürüyüp toprağa oradan yağmur suları ile içme sularımıza kadar karışarak bizleri etkilemektedir. Her birimiz ağır metaller biriktirmekteyiz vücudumuzda farkında olmadan. Bizim de bozulan iç dengemiz, sonuçta doğanın bozduğumuz dengesizliğinden köken almaktadır.

Sadece kimyasal kullanan çiftçi değil… Şuursuzca dağları delik deşik eden mermer ocaklarının toz bulutları da doğayı tehdit ediyor…

Hafta sonunu eğlenip dinlenerek geçirm- eye çalışan, ormanda mangal yakarken ormanı da yakma gafletinde bulunan piknikçi de yaban hayatını tehdit ediyor, sigara izmaritini söndür- meden sağa sola fırlatan tiryakiler de…

Dört duvar arasına sıkışmış, 3 boyutlu belgeseller izlerken, dışarda gerçek yaban hayatından kesitler görebileceği gerçeğini unutmuş eski nesiller de…

Bilgisayar başında sanal alemde savaş oyunları oynarken, aslında gerçekte nasıl bir mavi ve yeşil ile gri ve kahverengi savaşının yaşandığının farkına varamayan yeni nesiller de…

Çocuklarına doğa koruma bilincini aşılamayı unutan belki kendisi de doğaya uzak ebeveynler de…

Öğrencilerine doğayı sevmeyi ve korumayı öğretmeyen öğretmenler de…

Sınırsız tüketimi beyinlere nakşeden reklam şirketleri de…

Reklamların etkisinde kalarak, fütursuzca tüketen tüketiciler de…

Azalan enerji kaynaklarına rağmen, enerji kullanımını düşürmeyi umursamayan içimizden birileri de…

Ve bunların ötesinde… Nükleer enerji denemeleri ile dünyanın dengesini alt üst eden ülkeler de…

Yenilenebilir enerji kaynaklarına gereken değeri vermeyen milletler de…

Kuzey kutbunda petrol ararken orada gerçekleştireceği olumsuz değişimleri önemsemeyen şirketlerde…

Kendi doğa koruma politikalarını belirleyememiş, belirlese bile bu kurallara uyamayan devletler de…

Genetik yapısı değiştirilmiş organizmalar (GDO) üzerinde denemeler yapanlar kadar, GDO’lu ürünleri ülkemize taşıyarak doğal gen kaynaklarımızı tahrip etmelerinin yanısıra, sofralarımıza taşıyıp sağlığımızı tehdit edenlerde…

Şu anda bu satırları okuyan, okuduktan sonra “benim de doğa için yapabileceğim birşeyler mutlaka vardır” diyemiyor iseniz, sizler de…

Örnekleri artırmak mümkün… Hepimiz kurulu bu dünya düzeninin küçücük bir parçasıyız. Yaratılmışların en zekisi olmamız bize diğer canlıları yok etme ve doğal kaynakları umarsızca tüketme hakkı vermez. Sonuçta yeryüzünde yaşayan her bir insan, doğanın yokolmasından suçlu ve korunmasından bir o kadar da sorumludur.

Türkiye’nin biyolojik çeşitliliği… Son yıllarda bu olumsuz tablo nihayet insanoğlu tarafından da farkedilmiş ve bazı ülkeler nükleer santrallere karşıt duruş göster- erek, bazıları zirai alanda kimyasal kullanımını engelleyerek, bir kısmı yenilenebilir enerji sistemlerini aktif olarak kullanarak, kimisi GDO’lu ürünler üretmeyip, ülkelerine de bu ürünlerin girişini yasaklayarak, biyolojik çeşitliliklerine sahip çıkarak kendilerince çeşitli doğa koruma politikaları oluşturmuşlardır. Türkiye’de ise çevre bilinci yeni yeni gelişmekte olup, iyi tarım uygulamalarına dikkat çekilme- kte, su kaynaklarının daha etkin kullanımı için damla sulama sistemleri yaygınlaştırılmakta, yenilenebilir enerji kaynaklarına dair çalışmalar yapılmakta, GDO konusunda şüpheli yaklaşımlar sergilenmekte, biyoçeşitliliğin korunması için tedbirler alınmaktadır. Ancak gerçekleştirilen tüm icraatlar, henüz sürdürülebilir bir yaşam için yeterli koruma sağlayacak düzeyde değildir. Üstelik Türkiye, Avrupa ve Orta Doğunun en zengin biyolojik çeşitliliğe sahip ülkesi olup, Avrupa kıtasında biyolojik çeşitlilik açısından dokuzuncu sıradadır. Ülkenin 7 coğrafi bölgesinin herbiri ayrı iklim, flora ve fauna özellikleri gösterir ve dünyanın en önemli üç ekolojik bölgesine sahiptir (Yaşlı kolşik ormanlarıyla Kuzey-doğu Anadolu kolşik florası/ormanlar; Orta Anadolu’nun step tipi otlakları; ve dünyanın varolan en geniş yayılımlı Selvi (Cupressus sempervirens) ve Sedir (Cedrus libani) ormanlarını ile maki vejetasyonu, önemli kıyı habitatlarıyla Akdeniz bölgesi). Türkiye 120 memeli, 400’ü aşkın kuş türü, 130 kadar sürüngen, 400’e varan balık türü ile biyolojik çeşitlilikte tür çeşitliliği açısından çok zengindir. Türkiye’nin coğrafi yapısının farklılığı yüksek endemizm ve genetik çeşitliliği sağlar.

Sahip olduğumuz bu doğal zenginlikler bizleri bir yandan şanslı insanlar yaparken diğer yandan daha büyük sorumluluklar almaya itmektedir. Doğal mirasın gelecek nesillerden ödünç alınmış bir emanet olduğunu düşünürsek her birimizin omuzlarına düşen yükün önemi bir kez daha ortaya çıkacaktır.

Eğer bu satırları okuduktan sonra siz “peki ama sadece ben, tek başıma, doğa için ne yapabilirim ki” diye düşünüyorsanız, bilin ki, sizde gerçekleşecek küçük bir farkındalık ile hayatınızda oluşturacağınız minik bir farklılık, aynı anda milyonlarca insana ulaşabilecek olumlu bir etki yaratacaktır.

Son söz bir kızıldereli atasından; Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, BEYAZ ADAM paranın yenmeyen birşey olduğunu anlayacak…

Saygılarımla…

Kaynaklar:

1. Anonim (2007) Doğa Korumacının El Kitabı, Kuş Araştırmaları Derneği, Ankara

2. Aynur Demir (2009) Küresel İklim Değişikliğinin Biyolojik Çeşitlilik ve Ekosistem Kaynakları Üzerine Etkisi, Ankara Üniversitesi Çevre Bilimleri Dergisi, Cilt: 1 Sayı: 2 Sayfa: 037-054.

3. Akgün Akova, http://www.akgunakova.com/ Erişim tarihi : 30.07.2013

4. Anonim, http://www.meb.gov.tr/aok/Aok_Kitaplar/AolKit aplar/Turizm_2/3.pdf, Av turizmi, Milli Eğitim Bakanlığı yayınları. Erişim tarihi : 30.07.2013

5. Filiz Demirayak (2002)Biyolojik çeşitlilik-doğa koruma ve sürüdürülebilir kalkınma, TÜBITAK VIZYON 2023 Projesi Çevre ve Sürdürülebilir Kalkınma Paneli, http://www.tubitak.gov.tr/tubitak_content_files /vizyon2023/csk/EK-14.pdf, Erişim tarihi : 30.07.2013

ANAHTAR KELİMER: Ekosistem, popül- asyon, yılan, fare, kurt, yaban domuzu, kuş, böcek, yeşil, mavi, rekolte, Doç. Dr. E. Hesna Kandır

19 Ağustos 2017, Cumartesi 311 kez görüntülendi